Açık Bilinç’te bu hafta, nörobilimcilerle hukukçuları karşı karşıya getiren bir vak'ayı ele alacağız: Beyin arızaları iradeyi nasıl etkiler, cezai sorumluluk nasıl belirlenmeli?
Son iki programda, Nörobilim ile Hukuk ilişkisi üzerinde durmuştuk:
Beyin Bilimleri ile Hukuk'un Kesiştiği Alan: Nöro-Hukuk
Beyin İmplantları ve Nöro-Hukuk'un Geleceği
Bu hafta, ünlü nörobilimci Oliver Sacks'in ve biyolog Robert Sapolsky'nin de müdahil olduğu bir vak'ayı konu edeceğiz. (Bu tartışma, en sonunda, Yapay Zeka ve Hukuk ilişkisine de temas ediyor.)
Ele alacağımız vak'a üzerine, içlerinde Oliver Sacks'in de yar aldığı üç nörobilimci, 2010'da Neurocase dergisinde bir makale yayımlayarak görüşlerini bildirdiler. "Klüver-Bucy Sendromu, Hipercinsellik, ve Hukuk".
Klüver-Bucy sendromu, ilk kez 1880'lerde maymunlarda gözlenmiş, daha sonra 20. yy'ın ortalarında psikolog Heinrich Klüver ve beyin cerrahı Paul Bucy tarafından teşhis edilmiş bir "arızalı beyin" durumu. 1955'ten bu yana insanlarda da görüldüğü de belgelenmiş durumda.
Klüver-Bucy, genellikle epilepsi ataklarını önlemek için, beynin temporal lobundan doku çıkartılması sonucunda oluşuyor. Bu sendromdan muzdarip olan maymunlar da, insanlar da benzer özellikler göstermeye başlıyor. En başta, gıda ve cinselliğe yönelik doymak bilmez bir iştah.
Devinsky-Sacks makalesine konu olan 51 yaşındaki kişi, gençliğinden beri süren epilepsi nöbetlerinin durması için iki kez beyin ameliyatı oluyor. İkinci ameliyat sonrası, Klüver-Bucy semptomları göstermeye başlıyor. Yemek ve cinselliğe yönelik durmayan bir eğilim ortaya çıkıyor..
Bu kişi, Klüver-Bucy semptomlarının artmasıyla, çocuk pornografisi izlemeye ve toplamaya başlıyor. 2006'da ABD Federal polisleri tarafından yakalanıp tutuklanıyor. Davası, nörobilimcilerle hukukçuları karşı karşıya getiren ve Nöro-Hukuk'un gerekliliğini gösteren bir klasik.
En temel soru şu: Bu kişi, başına beklenmedik bir tıbbi felaket gelmiş ve yalnızca tedavi edilmesi gereken bir birey midir? Yoksa, özgür iradesiyle, yasaya ve ahlaka uygun olmayan bir suç işlemiş ve cezalandırılması gereken bir birey midir?
Davanın hakimi, iki görüşe de hak vererek, tedavinin yanı sıra, indirilmiş bir cezada karar kılıyor. Ama bu karar, savcıyı da, nörobilimci uzmanları da memnun etmiyor.
Nörobilimci uzman şöyle diyor: Bu kişinin, kendi seçimi olmadan başına gelen Klüver-Bucy sendromu, herkesin başına gelebilirdi, ve herkes kendini, özgür iradesinin dışında, benzer davranışlar sergilerken bulabilirdi. Cezalandırılmaması gerek.
Savcının argümanıysa şöyle: Bu kişi topladığı pornografik materyali yalnızca ev bilgisayarında biriktirmiş. İş yerindeki bilgisayarı temiz. Demek ki, bu hesabı yapma kapasitesi ve dürtü kontrolü var. Buradan, iradesiyle ve seçerek hareket ettiği sonuc çıkar. Cezalandırılmalıdır.
Atıfta bulunduğum Devinsky-Sacks makalesi de, bu kişinin cezalandırılmaması, yalnızca tedavi edilmesi yönünde görüş bildiriyor. Tartışmaya bu noktada bir de "En İyi ve En Kötü Yönlerimizle İnsan Biyolojisi" kitabının yazarı Robert Sapolsky dahil oluyor.
Sapolsky'nin daha önceleri yayımladığı bir makalede öne sürdüğü tez, şu: Cezai ehliyet konusunda, bireyleri özgür iradesi var ya da yok diye niteleyemeyiz. Onun yerine, her vak'aya özel olarak, beynin iradeyi nasıl düzenlediğine bakmamız gerekir.
Sapolsky, savcının tezine de şöyle karşılık veriyor: Klüver-Bucy sendromlu maymunlar da, sürekli yemek ve cinsellik eğilimleri gösterdikleri halde, hiç bir zaman koloni hiyerarşisinin başındaki alfa-erkek maymuna bulaşmıyorlar. Yani onlar bile böyle bir hesap yapabiliyorlar.
Sapolsky'ye göre, yemek ve cinsellik gibi temel dürtüler kontrol edilemez hale geldiğinde bile, daha baskın bir temel dürtü olan korku baskın çıkabiliyor. Maymunlarda da, insanlarda da. Savcının "hesaplı özgür irade" diye tanımladığı faktör, aslında bundan ibaret.
Bu vak'anın, siyah ya da beyaz gibi görülemeyecek bir durum olduğu açık. Ama belki özgür irade tartışmasını da bu açıdan ele almak gerek. (Bu konuya gelecek hafta devam edeceğiz.)
Her halukarda, söz ettiğimiz bu Klüver-Bucy sendromu vak'ası gibi "Arızalı Beyinler" durumlarında, cezai ehliyet tartışmasına nörobilimcilerin katkıda bulunması şart gibi duruyor. Bu tür vak'alar, Nöro-Hukuk için önemli bir alan açıyor.
Son olarak, bu tartışmanın bağlandığı son derece ilginç bir başka konu var: O da, sanıkların değil, onlar hakkında görüş bildiren uzmanların ve hüküm veren hakimlerin durumları hakkında. Konunun ucu, Yapay Zeka'ya bağlanacak.
1. 2012'de yayımlanan bir makaleye göre, cinsel içerikli suç işlemiş kişilerin şartlı tahliyesine karar veren uzmanlar, bu kişilerin aynı suçu bir daha işleyip işlemeyecekleri konusunda ancak %50 oranında başarılı öngörüde bulunabiliyorlar. Yani, yazı-tura atsalar aynı şey.
Oysa, önceki verilerden elde edilmiş bir puanlama yöntemiyle kurulmuş bir bilgisayar sisteminin öngörü başarısı, %70'leri bulabiliyor. Yani şartlı tahliye konusunda YZ sistemleri, insan uzmanlardan daha başarılı.
2. İsrail'de, 8 hakimin verdiği 1000'den fazla şartlı tahliye kararını inceleyen bir başka araştırma, çok daha kaygı verici bir sonuca ulaşmış: Hakimlerin verdikleri kararlar, dava içeriğinden ziyade ilgisiz dışsal faktörlere dayanıyor. Örneğin (sıkı durun), hakimin karnının aç olup olmaması!
Sabah saatlerinde herhangi bir mahkuma şartlı tahliye kararı çıkma olasılığı %65 civarındayken, bu oran giderek düşüyor ve öğlen yemeğinden tam önce sıfıra inmiş oluyor. Yemek sonrası tekrar %65'e çıkıyor, sonra yeniden düşüşe geçiyor.
Burada hakimlerin kararında rol oynayan ilgisiz/dışsal faktör yalnızca karnının aç olup olmaması olmayabilir. Kan şekeri değeri, ya da bilişsel yorgunluk da söz konusu olabilir. Fakat hiç birinin, adalet isteniyorsa, hükmü etkilememesi gerek. Ama böyle olmadığı açıkça görülüyor.
Bu çalışmalardan, mahkemelerde artık Yapay Zeka sistemleri karar versin, insan savcı ve hakimler olmasın gibi bir sonuç çıkartamayız. Fakat insan zayıflıklarını fark edip önüne geçebilecek "akıllı asistan YZ sistemleri" hukuk alanında büyük fayda sağlayabilir.
Tabii bütün bu Nöro-Hukuk tartışmalarını, adalet mekanizmasının siyasi etkilerden bağımsız ve düzgün işleyebildiği bir sistem olduğu varsayımıyla ele alıyoruz. Teoriyle pratik arasında büyük mesafeler olduğunun farkındayım.
Gelecek hafta, özgür irade meselesine, bu kez Felsefe Tarihi içinde tartışıldığı şekliyle yaklaşacağız, ve konuyu hem metafizik hem de nörobilimsel sorularıyla ele alacağız.